ADIGE XABZE
orhanocak1952

Yasli cinarlarimiz


 
       YAŞLI ÇINARLARIMIZ BİR BİR DEVRİLİYOR
 
      Henüz yedi yaşındaydım.Ormanın kenarındaki evimizde babam hastalanmış ateşler içerinde kıvranıyor, bir taraftan da “ah keşke şöyle soğuk bir kar olsa da  yesem” diye sayıklıyordu.Yaşlı ninem oğlunun başında oturmuş ona sıcak tarhana çorbası içirmek için ısrar ediyor,bir taraftan da dualar ediyordu.Elektrik olmadığı için soğuk bir şey bulmak neredeyse imkansızdı. Hava kararmış oluğundan titrek gaz lambasının ışığında ninemin silüeti yaşlı bir hayaleti andırırcasına odanın içinde koşturup duruyor,oğlunun acısını dindirmek için her çareyi deniyor,fakat o ısrarla “keşke bir parça kar olsa da yesem”diye inleyerek sayıklayıp duruyordu.Haziran sonları olmasına rağmen köyde kar vardı,ama önümüzdeki dağların zirvesinde. Ağabeylerim yatılı okulda olduğu için karı getirmek imkansız gibiydi.
 
     Babamın bu isteğine dayanamazdım. Kararımı verdim gecenin bu saati de olsa gidip ona çok istediği o karı alıp gelecektim.Sessizce evden çıktım.Çıkarken şu anda da evimin duvarında takılı bulunan babamın Adiğe kamasını alıp belime taktım,bakır bir tabağı elime diğer elime de düğünlerde kullandığımız mantar tabancasını alıp haznesine bir mantar taktım. Gizlice evden ayrılıp ormana doğru yola koyuldum. içimden bir çok hayal ve korku geçiyor,gördüğüm bir kütük bir çalı parçası, hep adını duyduğum canavarlara benziyor ve beni korkutuyordu.Ama bazen bağırarak bazen de sessizce yanlarından geçerek onlardan kurtuluyordum.Sonuçta karların olduğu yere ulaştım,elimdeki bakır tabağın içini iyice karla doldurdum.Sonra içime doğan büyük bir cesaret ve özgüvenle hızla eve döndüm.
 
    Babamın hasta oluğunu duyan  komşular da eve gelmiş ve ev kalabalıklaşmış, o ortamda da benim yokluğum hiç fark edilmemişti bile.Ninem benim elimde karla dolu tabağı görünce çok şaşırdı,bunu babama vermesini söyleyince de çok sevindi, ama bir taraftan da  yalnız oralara gittiğim için bana kızdı. Babam da benim öyle sessizce gidip kar getirmeme hem şaşırmış hem de memnun olmuştu. Bu hareketimin oradakilerin de takdirini kazanması beni çok mutlu etmişti, nitekim bu olay babamın yeri geldikçe anlatıp beni onore edeceği ilk olay olarak hatırımda kalacaktı.
 
           Aradan yıllar geçti çok acılar çekildi. Önce amcamı kaybettik,o zaman da çok küçüktüm, babamın evde olmayıp, annemin gelen bir haber üzerine saatlerce ağlamasından zannettim ki babam ölmüş,ben de saatlerce ağladım.Onun cenazesine beklerken öğrendim ki ölen amcamdı. Bir tarafım kopmuş gibiydi. Amcam, baba yarısı idi.
 
          Köydeki hayat ne güzeldi. Babam sıkça evden uzak kalıyor köyün diğer erkekleri gibi, ağaç kömür vb.işlerle(!) uğraşıyordu. Onların dönüşü ve yaşadıkları olaylar bazen hüzünlü bazen neşeliydi. Ama genelde dinleyen bizlerde hayranlık duyguları uyandırarak, uzun kış gecelerinin ana sohbet konularını oluşturuyordu. Birde genelde dönüşleri gece geç vakte geldirdi. Sabah uyandığımızda atların sesi geliyorsa bakacağımız ilk yer arabada duran heybe olurdu. Heybede mutlaka  bize göre bir şeyler olurdu. Bazen bir oyuncak,bazen de elma,portakal gibi yiyecekler. Khabzeye çok uymasa da babam gece geldiği zamanlar uyurken çocuklarını kollarına alırdı. Bazen sert kollardan oluşan yastıklar rahatsız etse de ne güzel uykulardı…
 
      O babasını hiç hatırlamazdı, henüz üç yaşındayken dedem vefat etmişti. Onu büyüten ve aile tarihimizde en önemli yeri tutan babamın halası Misas’dı. Son anına kadar ondan diğer amcalarım halalarım ve yengelerim gibi babam da sıkça  bahsetti.Onun her duruma uygun   Adiğece bir atasözü ve mantıklı bir yaklaşımı vardı.
 
     Köydeki güzel günler on yaşıma kadar devem etti. Sonra kente göç ve hayat mücadelesinin tam ortasına atıldık. Birçok köylümüz de bizim gibi kente göç etmiş ve yeni düzene uymaya çalışıyor ve o asla önem vermedikleri para için, onurlarını ve Adiğeliklerini koruyarak mücadele ediyorlardı. Babam da bu dönemde epey zorluk çekti. Maddi epey kaybı oldu, kazandı da ama hayat ve mücadele çok zordu. Buna rağmen hep dimdik ayakta, morali ve umudu yüksekti.    Çocuklarını okutmuş iş güç sahibi etmiş, ev sahibi olmuş, torunlarını görmüştü,mutluydu.Çevresinde sevip sayılan biriydi.Onun ses tonu bile insana müthiş bir güven verirdi. Ama geçen yıllarda kader annesini, iki kız iki erkek kardeşini ve eşini bu dünyadan almıştı,yıllar  ve günler hızla ilerliyordu.
 
           2003    Yılında, 1976 yılında köyde terk ettiğimiz evimizi biraz tamir ettirmiş doğduğumuz büyüdüğümüz evi, yeniden şenlendirmeye başlamıştık. Bahçemize de biraz fidan ekmiştik.Babam yazları köyde kalıyor fidanlarla ilgileniyordu.Biz de bunu fırsat bilerek sıkça köye geliyor o çocukluğumuzdaki nostaljiyi yaşıyorduk.Köy demek bizler için her şey demekti.Bahar kokusu,erik toplamalar,av,sonbaharda koru kesimini yeniden yaşamak, kış günlerinde bile toplanıp arkadaşlarımızla soba başında yaptığımız sohbetler ne güzel.
 
     2006 yılında ise ben hastaydım hem de ağır hasta. Hatalığın bazı güzel tarafları da olmuştu Yıllardır doya doya kalmaya hasret kaldığım köyümde uzunca süre kalma fırsatı bunlardan biriydi.Doktor daha ağır bir kemoterapiye başlayacağı için bir süre tedaviye ara vermişti. Köyümün havası bana iyi geliyor, dernekleşme, yeni evlerin yapılacağı eski güzel günlere dönebileceğimiz düşüncesi beni tedavi ediyordu. Babam artık yanımda hem sohbet arkadaşım,hem bakıcım hem de aşçım olmuştu.Günler güzel geçiyordu. Köylülerimizle yaptığımız akşam sohbetlerine doyum olmuyordu. Bir taraftan camide de tamirat yaptırıyorduk. Muhtar Nevzat ile sıkça görüşüyor,dertleşiyorduk. Caminin yanına gusül hane ve musalla taşı yapılıyordu. Acaba burada ilk kim yatacak, yıkanacaktı.Üç hasta vardık. Ben, Pisnethuç İzzet Amca ve Şevoj Şaban Amca.
 
     Kader bu son derece değerli, her biri ayrı tarih olan  iki amcamızı aramızdan aldı, ikİ koca çınarımız devrildi.Bu çınarların devrilmesi çok acı oldu ama Azrail tepemizdeydi. Sırada Hune Recep Amca varmış, onu da kaybettik.2009 yılı ise bizim ailemiz açısından çok daha sarsıcı başlamıştı. Mart ayında çok değerli aile büyüğümüz Şeveşupkhu  Mükerrem  yengemizi kaybettik. O Misas Halanın yaşayan haliydi. Örf ve adetleri uygulamakta kararlığı yanında insan sevgisi, Ağlarca sevgisi ile mükemmel bir insandı. Derken Şhagumde Mahmut Amcayı kaybetmek beklenmeyen anda bizleri özellikle de babamı çok sarsmıştı.O Eskişehir deki Adiğelerin çok saydığı özü sözü bir bir Adiğe thametesiydi. Babam bütün bu kayıplardan çok etkileniyordu. Çok da üzülüyordu. Bu durumlara katlanmak için kendini çalışmaya ve ibadete vermişti.Çok çalışıyordu.Ben ve kardeşim fırsat buldukça hemen köye koşuyor sıkça onla vakit geçiriyorduk.Onula vakit geçirmek beraber bir şeyler yapmak,çalışmak,yemek yemek çok zevkliydi. Bizimle gelmesi için ısrarlarımıza rağmen  o yalnız kalmayı tercih ediyordu. Onun mutlu, sağlı hali de şimdilik böyle devam etmesine razı olmamıza neden oluyordu. Derken o kader babamı da 6 Kasım günü yakaladı. Büyüklerinin yanına “öldüğümüzde arayı fazla açmayalım, beraber ölelim” diye şakalaştığı komşusu Mahmut Amcanın yanına gitti. Onla beraber sanki aile ve köyümüzün tarihinde bir devir kapandı. Hem de çok özleyceğimiz bir devir.O devir ki içinde hem Kafkasya vardı hem de Anadolu,hem Ağlarca hem Eskişehir,hem varlık hem yosulluk, insanlık vardı,adamlık vardı.Adam gibi yaşayıp adam gibi ölmek vardı.Ben hem babamı hem de hepsini çok özleyeceğim, eminim sizlerde.
 
 
    Bu yazıyı neden yazdım. İroni yapmak yada kimseyi üzmek için değil. Cevher kardeşim bir yazı yazmıştı, ondan esinlendim. Yazılacak o kadar çok şey var ki…Büyüklerimizi yalnız bırakmayalım, onlarla çokça vakit geçirelim, ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyor. Onların aslında bize pek de ihtiyaçları yok, asıl bizim onlara çok, hem de çok ihtiyacımız var .Allah rahmet eylesin mekanları cennet oldun.
              01 Aralık 2009  ŞEWO’Ş Şuayip
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol