ADIGE XABZE
orhanocak1952

Cocuk gozuyle

 
ÇOCUK GÖZÜYLE 
      Yemyeşil dağların ardında rüya gibi, kartpostal gibi bir köy… Kışın başka güzel yazın başka.
       Ağlarca için yola çıktık mı bir heyecan kaplardı çocuk kalbimi. Yol bitmezdi, öğrenmiştim sırasıyla hangi köyleri geçeceğimizi. Köye yaklaştıkça yeşile yaklaşırdık,missss gibi temiz havaya, ormana.Kıvrımlı,virajlı yollar ve köyü gördüğümüz ilk an.Dağların arasından gülümserdi bize…Heyecan daha da artardı. Son virajı da dönünce köy karşımızdaydı artık.
       Eskiden tahta büyük bir kapı olurdu köyün her iki girişinde de. O kapıyı açmak için yarışırdık kardeşimle. Hızlı olan açardı tahta kapıyı.
       Anneannemi kaybetmeden önce mezarlıktan geçtiğimizi fark etmezdik bile. Kardeşimi ve beni YAVRUMUN YAVRUSU diye seven anneannemin ölümünden sonra hep Fatiha okuyarak geçtik anneanneme ve yanındakilere…
     O zamanlar köye pek sık araba gelmezdi. Araba geldiği zaman onu gören ve sesini duyan herkes köy ortasına inerdi. Gelen kim diye. Eve daha girmeden karşılanırdık sevgiyle.
        Neziha teyze koşar gelirdi bizi görünce. Kardeşimi çok severdi, kardeşimde onu. İsmail arabadan inince Neziha teyzeye, Neziha teyzede kardeşime koşar sarılırlardı.
       Dedem anneannem ve teyzem çok sevinirlerdi. Anneannem nur içinde yatsın bizi öper, sever, koklardı. Ne güzel ne lezzetli gözlemeler yapardı. Şimdi o kadar lezzetli değil yediğim hiçbir gözleme.
       Dedem YAHYAKO; önceleri anlamını bilmezdim neden Yahya, KO ne demekti. Dedemin adı ramazandı. Ben ona Ramazan dede diye hitap ederdim. Sonra öğrendim KO oğlu demekti. Yani Yahya’nın oğlu. Köydeki herkes severdi, sayardı, birazda çekinirlerdi dedemden. Çocuklar bile Yahyako emmi geliyor diye kaçarlardı… O zaman üzülürdüm. Dedemden neden korkuyor çocuklar diye. Sonra anladım ki dedem kızarmış onlara camii duvarında yakalayınca çocukları, onların düşmesinden korkardı… Çocuklara kızar, söylene söylene gelirdi. Düşüp bir yerlerini kıracak şıdıler …
        Ağlarca da sabahlar başka bir güzel olurdu. Ne kadar geç yatsak da, yorgunda olsak erkenden uyanır ve hemen dışarı çıkardık. O mis gibi odun kokusu, sabah güneşi, temiz hava… Kışın dağların üzerindeki sisin o yavaş yavaş kalkmasıyla altından görünen yemyeşil dağlar.
       Teyzem ve anneannem bize ne yapacaklarını şaşırırlardı. Annemler iki kardeşlerdi. Onlar için biz, bizim için de onlar çok değerliydiler. Anneannemin topraktan bir ocağı vardı. O hiç sönmezdi. Her şeyi onun üzerinde yapardı. Ocağın iki yanında boşluk vardı. Birine ben birine kardeşim yatardık altımıza minderler dizip. Ocak da yandığı zaman ayaklarımızı bacaya koyardık. Sıcaklık içimizi ısıtır, uykumuz gelirdi. Bir başkaydı o zamanlar... Odanın her iki tarafında topraktan alçak sedirler vardı. Üzerlerinde minderler, tahtadan büyük bir raf, birde kocaman tahtadan bir kutu. Sonradan anladım ne işe yaradığını içine erzak konulurmuş.
        Neredeyse köydeki herkes gelirdi bize hoş geldine. Yaşlılar tuttururlardı tatlı bir sohbet, kadınlar ayrı, gençler ayrı… Bir ara bize takılırlardı Karaçeymisin Çerkezmisin diye. Bazen dozu kaçardı işin pooj muhabbetine dönünce. Pooj eski şapkalı demekmiş. Karaçaylılar ve Çerkezler arasında hep bir sürtüşme olmuş, halada olmakta sanırım… Üzücü bir durum aslında. Çünkü evlilikler de çok. Karaçay gelinler, damatlar…
       Yaz akşamları köyün ortasında toplanırdı bütün çocuklar. Çocuklar iki gruba bölünür saklambaç oynarlardı. Bir grup saklanır diğer grup onları arardı. Bütün köy saklanma mekânıydı. Tabiî ki saklananları bulmakta baya zor olurdu. Arayan grup bulamazsa SES VER diye bağırırdı saklananlara. Saklananlar ses vermek zorundaydı. Yıldızlı yaz gecelerinde saatlerce oynardık.
        Yaz tatillerinde de giderdim Ağlarca’ya. 15–20 gün kaldığım olurdu. Çok istememe rağmen Çerkezceyi pek öğrenemedim. Çünkü köyde kimse Çerkezce konuşmuyordu. Ancak çok yaşlılar ya da özel bir şey söyleyecekleri zaman konuşurlardı Çerkezce. Dolayısıyla Çerkezce olarak bidiğim kelime sayısı azdır.
        Köy o zaman kalabalıktı. Şimdi ise insanın içi acıyor. Çoğu ev kapanmış, çoğunda bir ya da iki kişi var sadece.
       Geçen yaz köydeki çalışmalara çok sevindim. Camiye bakım yapılmış, abdesthane eklenmiş, dernek binası, okul, lojman onarılmış, kooperatif kurulmuş, arsalar satılmış… Sevindim.
        Bende Ağlarca’yı hiç unutmadım. Çok seviyorum, çocuklarımı da götürüyorum. Onlarda çok sevdiler Ağlarca’yı.
        Ağlarcayla gönül bağı olan herkesin tek bir oda dahi olsa orada bir evi olmalı. Ve köyünü her fırsatta ziyaret etmeli. Hafta sonları şehirde piknik yeri aramadan köyüne, toprağına, insanına gitmeli. Sadece düğünlerde. Bayramlarda ya da cenazelerde değil, yüreği ne zaman isterse.
       Dedem en son onu gördüğümde bana Arada bir gelip bu ışığı yak kızım, bu ışık sönmesin, bu kapı kapanmasın demişti.
       Sana söz veriyorum Koca Çerkez o ışığı ömrüm oldukça söndürmeyeceğim, kapını kapatmayacağım…
Cevher ATEŞ


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol