ADIGE XABZE
orhanocak1952

Coban ile uzun kız



 
UZUNKIZ             
 
          Ağlarca, sırtını, dağların yamacına vererek kurulmuş şirin bir köydür. Doğuya doğru giden bir yol, tıku den, pinarlıktan ve kızıl bayırı geçerek Hana doğru uzanır, ikinci yolda köyün güney batısından çıkarak, sırasıyla, Harmanardı, Karaağaç, Kanakdere, Kayıtame mevkilerinden geçerek Kayı köyüne ulaşır.   
            Bir üçüncü yolda köyün mezarlığını soluna alarak köyden çıkar, nezerli, mısırlık, ertenışha mevkilerinden sonra Hanerten mahallesine ulaşır. 
            Birde boğaz denilen yerden ormanın içlerine giden bir yol vardır. Bu yol birbirini takıp eden dağların arasında uzanıp giden bir vadidir. İki taraftaki dağların sarp yamaçları çam, ardıç ,meşe ormanlarıyla kaplıdır.
            Bir zamanlar bu vadiyi yaylıma salınmış yılkıların nal sesleri ve kişnemeleri doldururdu. Sonraları ise bu seslerin yerini kaçakçı arabalarının tekerlerindeki tiz çan sesleri aldı. Şimdi ise sadece köyün sığırlarını yaylıma giderken geçtikleri,çenderek rüzgârının ağaç yapraklarına ıslık çaldırdığı bir yer oldu.
            İşte hikâyemiz bu yolun başında başlar. Bu yol takip edildiğinde, bir km sonra Sarıbel mevkiine gelinir. Burası ormanın ortasında koskoca bir çimenlik alandır. Dağlar burada üç kola ayrılırlar, aralarında ince birer vadi bırakarak, Bu vadilerin iki kenarlarına sıralanarak giderler. Vadilerden sol taraftakine girilip ilerlemeye başlandığında ormanın vadiyi de kapladığı görülür. Tüm ormanın içi hercai menekşelerle bir de hiç bir yerde görmediğim, yöre halkının kukumav çoakhe (baykuş ayakkabısı) dediği çiçeklerle kaplıdır. İlerlemeye devam edildiğinde bir fundalık alan çıkar karşınıza. Yöre halkınca şeni denen bu fundalıklardaki sert ama ince çalılar, her yaprak dökümünde köylerden guruplar halinde gelen gelin, kız ve kadınlarca toplanırdı. Köye götürülen bu çalılar kurutulduktan sonra bağlamlar halinde sıkıca bağlanır, harman yerlerinin, avluların ve sokakların süpürülmesinde kullanılırdı.
           Hemen bu fundalıklardan sonra Göktepe’nin sık ormanlarla kaplı yamaçları başlar. Tepeye çıkıldığında ise ağacın değil bir çalının bile olmadığı bir düzlük ve durmadan esen bir rüzgârla karşılaşırsınız. Bu rüzgâr hem soğuk hem kuvvetli, aynı zamanda da dört mevsim durmadan esen bir rüzgârdır.
           Düzlüğün orta yerinde bir mezar görürsünüz, normal mezarlardan biraz uzunca bir mezar.
           Bu uzun kızın mezarıdır.

 

           Uzun yıllar önce bu tepe,  Nurhak diye bir beyin yayla alanıymış. Bu beyin malı mülkü çokmuş. Her yaz buraya gelir yerleşir sonbahar sonuna kadar kalırmış. Beyin Sarıcakız diye dünya güzeli bir kızı varmış. Kız çok güzelmiş ama boyu normalden uzunca olduğu için ne sevdiği nede seveni varmış.
           Günlerden bir gün o çevredeki köylerin birinde çobanlık yapan Çakır’nın yolu tepeye düşmüş. Ormanda gezintiye çıkan Sarıcakız ile karşılaşmış. İki gencin gönülleri birbirine kaymış.
           Haber kısa zamanda etrafa yayılmış, tabii doğal olarak ta bey de duymuş. Köpürmüş, küplere binmiş. Her ne demiş ne yapmışsa da kızının kalbinden çobanı çıkartmayı becerememiş. Son çare adamlarını gönderip çobanı öldürtmek istemiş ama her seferinde çoban Allah’ın yardımıyla kurtulmuş. Çobanın Arap ve Çopar isimli köpekleri çobanı koruyorlarmış. Olaylar bu yolda geliştikçe beyin adı kötüye çıkıyor çoban ise efsaneleşiyormuş.
           Beyin İlyas diye bir  kölesi varmış. Bu adam beye: Hem beyin itibarını kurtaracak hem de sevenleri birbirinden ayıracak bir akıl vermiş.
           Bu akıla göre bey çobandan altından kalkamayacağı bir  başlık parası isteyecekmiş. Çoban bu istekleri yerine getiremeyeceğinden bu mesele hallolaçakmış.
           Bu aklı beğenen bey hemen haber salmış. Yüz sığır beş yüz koyunu başlık olarak getirsin kızı vereceğim demiş. Bu haberle çoban yıkılmış, bu kadar malı bulmasına imkân yokmuş. Haber çabuk yayılmış etrafa, beye kızan çevre köylüleri bir olmuşlar, beyin  istediği başlığı hazırlayarak çobanın önüne katmışlar. Çobanda ertesi gün sürüyü önüne katarak beye götürmüş. Bey gözlerine inanamamış, inanamamış ama sözünde de durmamış, yeni şartlar öne sürmüş. Çoban onu da yerine getirmiş. Bey her seferinde yeni şartlar öne sürüyor. Çobanda her seferinde tanrının ve köylülerin yardımıyla yerine getiriyormuş. Bey sonunda olmayacak bir şey isteyerek bu işe son vermek istemiş.
          Çobandan kırk günlük mesafedeki, insanların rahatça içinden geçebildikleri delikli taşı getirmesini istemiş. Çoban çaresiz yollara düşmüş kırk gün kırk gece yol almış delikli taşa ulaşmış. Ulaşmış ulaşmasına ama gördüğü şey karşısında çaresiz kalmış. Bu delikli taş muazzam bir kayaymış. Oturmuş başına kara kara düşünürken yanına beyaz sakallı bir ihtiyar gelmiş. Derdini sormuş.  O da olanı biteni ta baştan bir bir anlatmış. İhtiyar delikanlının omzuna elini koymuş. Ona kayanın yanındaki, bilek kalınlığında bir meşeyi göstererek:
           — Bak oğul, bu meşe biz bildik bileli burada durur, ne büyür ne de kurur. Bu meşeyi kes, kabuğunu soy ama ucunda yumruk büyüklüğünde kökü de kalsın, yaptığın bu sopayı on dokuz gün boyunca ateşe uzaktan göstererek kurut. Sonrada delikli taşa tak, vur sırtına git. Demiş ve uzaklaşmış.
          Çoban pek inanmamış ama çaresizlikten ihtiyarın dediklerini yapmış. On dokuzuncu günün sonunda da ya Bismillah diyerek sopayı taşa geçirmiş ve sırtına vurarak yola çıkmış, 
          Öte yandan artık çobandan kurtulduğuna inan bey onu unutmuştu bile. Bir gün adamları bir haber getirmişler, çoban delikli taşı sırtına vurmuş getiriyormuş, on güne kalmaz yetişirmiş.
          Bey bu sefer kaçamayacağını anlamış ve kızını kölesi İlyas ile evlendirmeye karar vermiş. Bu işi de çoban gelmeden bitirmek için hazırlıklara başlamış.
          Saruca kız bunu duyunca çok üzülmüş, son ana kadar Çakıroğlan’ın gelmesini beklemiş ama gelen giden olmamış. Sarıcakız İlyas ile evlenmektense ölmeyi tercih ederek, pinar yaprakları ve çeşitli otlardan yaptığı zehri içerek canına kıymış.
          İşin buralara geleceğini düşünemeyen babası çok üzülmüş, onu çok sevdiği bu dağların en şatafatlısı olan Göktepe’nin en yüksek yerine gömmüş.
           Hemen o günün akşamı da çoban  Değneğe takılı duran delikli taşla. çıkıp gelmiş ama duydukları onu yüreğinden vurmuş. 
           Değneğe dönerek:
           — Beni sevdiğime kavuşturamadınız, bundan sonra inşallah başka insanların dertlerine derman olursunuz, demiş,
           Değneğin ucundaki taşı bir tarafa, değneği bir tarafa fırlatmış.
           Delikli taş Ağlarca Köyünün merasındaki kili mevkiine düşmüş.
           Değnek ise Afyon taraflarına uçmuş gitmiş.
           Garip çobanda kendini dağlara vurmuş. O günden sonra onu kimse görmemiş ama o dağlarda kimsenin hayvanına da zarar gelmemiş.
           Göktepe'de de öyle bir fırtına esmeye başlamış ki taş üstünde taş bırakmamış. Bu sert fırtınalar sadece Sarıcakız’nin mezarına zarar vermemiş. Bey ve ailesini de o günden sonra gören olmamış.
           Bu anlatı ne kadar doğrudur, ne kadarı yaşanmıştır bilinmez ama ben bu anlatıyı dinledikten sonra çevrede yaptığım araştırmalarda şu tespitleri yaptım.
           1-  *Kili mevkiinde bir delikli taş var. İnsanlar hala ziyaret ederler. Çocukluğumuzda iki tür işlevi vardı bu delikli taşın. Birincisi: Zorda kalanlar o zorluğu atlattıklarında çocukları delikli taşa götüreceğim der adak adarlardı. Dilek gerçekleştiğinde mutlaka bir horoz kesilerek yemek hazırlanır ve delikli taşın yanında çocuklara yedirilirdi. Bu yemeklerin bir özelliği vardı, herkes kaşığını kendi götürürdü. Delikli taşın ikinci işlevinde ise, hastalar, çocuğu olmayanlar gibi dertlerden muzdarip olanlar, gene bir horoz keserek yemek hazırlar, çocukları delikli taşa götürürlerdi. Yalnız bu sefer çocuklar yemek yerken hasta delikli taştan geçirilir başındaki ağaca da bez bağlanırdı.
            2-** Çevrenin bütün çobanları değneklerini genç meşelerden yaparlar, ucunda yumruk büyüklüğünde kök bırakırlar ve değneği ateşle sertleştirirlerdi. Bu bugün de böyledir.
            3-*** Çok uzun yıllar hikâyenin geçtiği bölgede hiçbir hayvan kaybolmamış ve telef olmamıştır.
            4-****Göktepe’nin tepesinde yaz kış hızını kesmeyen rüzgâr esmeye devam etmektedir. Bu rüzgârın serinliğinin koruması altında, normal ebatlardan uzunca bir mezar durmaktadır.
       Orhan OCAK    15–01–2008 ESKİŞEHİR-YENİ KENT






Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol